Hepimizin özel gördüğü, ayrılmaktan çekindiği hatta hayatının sonuna dek saklamak istediği eşyaları vardır. Bu eşya eski bir elbise, bir müzik kaseti, bir mobilya ya da belki bir araba olabilir. Belirli eşyalarla neden duygusal yakınlık kurduğumuzu ve onlardan ayrılmaktan neden çekindiğimizi hiç düşündünüz mü? Ben bugün düşündüm. Bunu düşünmeme neden olan özel bir durum gerçekleşti zira. Hayatımın yarısında benimle birlikte olan kıdemli dostum, siyah incim 222.222 kilometreye ulaştı! Onun yaşlanıyor olması ve belki de yakında yollarımızın ayrılacak olması benim için biraz üzücü.
Babam almıştı siyah inciyi, ben henüz 13 yaşındaydım o zaman. Araba kullanmayı onunla öğrendim. En güzel tatillere onunla gittim. Lise mezuniyetime beni o götürdü, üniversitede de yanımdaydı. Şu anda iş hayatımda olduğu gibi. Beraber on binlerce kilometre yol gittik. O beni taşıdı, ben onun yemini suyunu verdim, bakımını yaptım. Mutualist bir ilişkimiz vardı. Öyle bir anlatıyorum ki kadim dostumu, sanırsınız bir insan! Hadi biraz gerçekçi olalım; onun sadece bir araba olduğunu ve insanların ulaşım ihtiyacını karşılaması için üretilmiş bir eşya olduğunu hatırlayalım. Onu satsam dahi, bir başka ulaşım aracının benim ihtiyacımı karşılayabileceğini, ve bir eşya olarak siyah incinin çok da yokluğunu hissetmeyeceğimi biliyorum. Peki beni gerçekten üzen şey ne? Bunun yanıtını hep birlikte irdeleyelim!
Biraz insan ve eşyanın ilişkisine değinmek istiyorum öncelikle. Eşyalar bizim için ne ifade eder? Biz eşyalara neden değer veririz?
Sahip olduklarımız aslında benliğimizin birer uzantısı niteliğindedir. Elimizdeki telefon, ayağımızdaki ayakkabı, altımızdaki araba… Tüm bunlar sahip olduğumuz statünün ve tarzın simgeleridir. Diğer insanlara kim olduğumuz ve nereye ait olduğumuzla ilgili mesajlar verir. Bir eşyaya sahip olma duygusu henüz çok küçük yaşlarda başlar ve sahip olma duygusuyla birlikte kıskançlık baş gösterir. Muhtemelen birçoğumuz çocukken belirli oyuncaklarını paylaşmak istememiş ve bazı nesnelere ciddi bir bağlılık göstermişizdir. Henüz çocukken dahi sahip olduğumuz nesnelerin özel ve benzersiz olmasından hoşlanıyoruz. Ergenlik döneminde bir eşyaya sahip olmak, bireyin kendisini daha pozitif olarak algılamasına yardımcı oluyor. Ergenlik çağının ortalarındaki bireylerde eşyaya gösterilen önem diğer birçok gelişim dönemine kıyasla daha fazladır ve bunun nedeni olarak ergenlerin öz saygı düzeylerinin genellikle düşük olması gösterilir.
Ergenlikle birlikte bireyler eşyaları kendilerini ya da olmak istedikleri kişiyi yansıtan varlıklar olarak görmeye başlarlar. Ehliyetini almış birçok genç yetişkin birey için araba özel bir eşyadır ve onu kendilerinin bir parçası olarak görürler. Bol bol yıkar, modifiye eder ve onu güzelleştirmek için çaba harcayabilirler. Genellikle ilerleyen yaşlarda arabaya verilen değerin ve kendiyle özleştirmenin azalmasıyla birlikte araba için harcanan çaba ve özen de azalır.
Eşyalara sahip olmak istemekle ilgili bir başka bulgu ise ilginç. Yapılan bir çalışmada kendisini yetersiz ve güçsüz hisseden insanların daha değerli eşyalara sahip olmak istediği bulunmuş. Diğer yandan sahip olunan eşyaların dışarıya verilen bir sinyal olduğu ve bu sinyalin bazı durumlarda sosyal kabulü arttırdığı da kabul edilen bir gerçek (örneğin; Fenerbahçe formasına sahip birinin Fenerbahçeli kişilerce kabul edilmesi, lüks arabası olan bir gencin daha çok ilgi görmesi, şık elbiselere sahip birinin işe girme ihtimalinin artması vb.).
Eşyalarımıza yüklediğimiz anlamlar arttıkça, bizim için daha da paha biçilemez hale gelirler. Bazı hayat olayları, bugüne tek biriktirmiş olduğumuz eşyalardan ayrılmamızı gerektirir. Bir evden başka eve taşınırken, yeni bir işe girerken ya da evliliği sonlandırırken aynı zamanda o ana kadar sahip olduğumuz bazı şeylerden de uzaklaşmamız gerekir. Bu zorlu süreci atlatmak için çoğumuz yeni aidiyetler ve yeni sahip olunacak nesneler ararız. Bazılarımız ise bunu özgürlüğe açılan bir kapı olarak görebilir.
“Her şeyimizi kaybettiğimizde her şeyi yapabilecek kadar özgür oluruz.” Tyler Durden – Fight Club
Birçok kez eşyalar duygusal anlamlar taşırlar ve geçmişin koruyucuları olabilirler. Örneğin oğlunun/kızının bebeklik eşyasını elden çıkaramayan bir anne bu eşyayı verirse, onunla birlikte anılarını ve geçmişinden bir parçayı da vereceğini düşünür. Yıllardır kullanıyor olduğu arabasından ayrılmak istemeyen bir birey, o araba ile yaşadığı anıları da arabayla birlikte elden çıkaracağını hissediyor olabilir (şair burada kendinden bahsediyor sanırım). Çocukluğunda yaşadığı evin yıkıldığını gören bir insan bütün geçmişi yok olmuşçasına ağır bir travma yaşayabilir.
Farklı bir çalışmaya denk geldim. 16 yaşından 92 yaşına kadar katılımcıların olduğu bir deneyde, 1915 model Dodge’dan 1994 model Chrysler’a kadar olan çeşitli arabalar sunulmuş ve katılan kişilere hangi arabayı tercih edecekleri sorulmuş. Kadınlarda herhangi bir farklılık gözlemlenmemiş. Ancak erkekler ortalama olarak 26 yaşlarındayken popüler olan arabaları daha fazla tercih etmişler. Bu etkinin diğer eşyalarda, yemeklerde de gözlemlenebileceği düşünülüyor. Yani insanlar özellikle gençlik yaşlarında kullandığı ürünleri daha çok tercih ediyor ve gençlik anılarıyla özdeşleştirdikleri için daha değerli buluyorlar. Bu çalışma benim arabamın eskiyor olmasına ve belki de yakında satacak olmama üzülüyor olmamı açıklıyor mu emin değilim. Ama şu bir gerçek ki, bundan 30-40 yıl sonra geriye dönüp baktığımda “Peugeot 307 çok güzel bir arabaydı, bir daha onun gibisini bulamadım.” deme ihtimalim çok da düşük değil.
Sadece kendi eşyalarımız değil, başkalarının eşyaları da bizim için bazen çok değerli olabiliyor. Ölen bir yakınımızın ardından onu hatırlatan en önemli eşyalarını saklıyor olmamız, aslında o eşyaların kaybını yaşadığımız kişiyi hatırlatmasından ve onun bir parçası olarak görülmesinden ileri gelir.
İnsanlar ve eşyalar arasındaki ilişkilerin yoğunluğu bazen olumlu bazen ise olumsuz olarak değerlendirilir. Bazı çalışmalarda depresif ruh haline sahip bireylerin eşyalara daha fazla değer verdiği ve yeni tecrübeler yaşamaktansa yeni eşyalara sahip olmayı arzulayan bireylerin toplum tarafından daha az kabul edildiği bulunmuş. Diğer yandan insanlar arasında ilişki kurma, aidiyet ve sahiplik hissetme ve kendini ödüllendirme gibi olumlu işlevleri olduğu da biliniyor. Bu yüzden sanırım en sağlıklısı; eşyaları işlevini yerine getirecek derecede kullanmak ve onlardan duygusal ve maddi açıdan faydalanmak, ancak bunu bir takıntı haline getirmeden gerektiğinde o eşyaları elden çıkarabilecek kadar da özgür hissetmek.
İlginç gelebilir ama gereksiz eşya biriktiren kişilerin bir kısmının ‘İstifleme Bozukluğu’ adı verilen bir ruh sağlığı sorunu yaşadığı belirtiliyor. Bu kişiler yeni bir eşya aldığında, ne olur ne olmaz diye eskisini saklamaya devam ederler. Kullanılmayan gereksiz bir eşyayı, kenarda dursun bir gün lazım olur diye bir kenarda saklarlar. Eşyaların bir çoğu ile çok fazla duygusal bağ kurarak çöpe atmaktan ya da birilerine vermekten çekinirler. Çoğu zaman da önemli bilgileri kaybetmekten korkarlar. Tabi ki her eşya saklayan, ya da eşyalarından ayrılmakta zorluk çeken, onlara manevi bir değer yükleyen insan, psikolojik bir sorun yaşıyor diyemeyiz. Ancak bu çok aşırı düzeyde ise ve hayatı zorlaştıran bir duruma geldiyse, üzerinde şöyle bir düşünmekte fayda var.
Hem okudum, hem yazdım hem de kendim düşündüm. Ben neden siyah inciyi çok seviyorum. Neden 222.222 kilometreye gelmiş olması beni duygulandırıyor. Neden onu satma ihtimalinden çekiniyorum? Cevabım şu an daha net sanırım. İlk başta da anlattığım gibi o araba yaşadığım bir çok güzel anıda, çocukluğumda, gençliğimde benimle birlikteydi. Ve onu elden çıkaracak olmak hayatımın yarısında yanımda olan bir eşyamdan, benim bir parçamdan ayrılacak olmamı simgeliyor. Ancak sanırım şunu da unutmamak gerekli, o sadece bir eşya, onu para ile satın aldık. Güzel anılarımın hepsi zihnimde ve arabayı sattığımda bu anılar yok olmayacak. Diğer yandan alacağım yeni bir araba, bana yeni güzel anılar vadediyor. Önemli olan, “ben bir birey olarak, yeni anılar oluşturma konusunda ne kadar becerikliyim?”, “Hayatımı güzelleştirmek için eski eşyaları elimde tutmaktan fazlasını yapabiliyor muyum?” sorularını kendime sorabiliyor olmak.
Eğer sizin de belirli eşyalara (ya da bir çok eşyaya) bağlılığınız var ise ve bir gün onlardan ayrılmanız gerektiğinin farkındaysanız, bu işi sizin için kolaylaştırmak için iki soru soralım.
1) Bir eşyaya karşı yaşadığım bu bağlanma, benim hangi ihtiyacımı gideriyor?
2) Bu ihtiyacımı giderebilmek için, belirli bir eşyayı sürekli elimde tutmak yerine ne tür bir yol bulabilirim?
Bu sorular üzerinden bir örnek vermek gerekirse; bazı insanlar, eski eşyalarına geçmişi ve güzel anılarını hatırlattığı için bağlanır ve onlardan ayrılmak istemezler. Bugününde yeterince mutlu olamayan ve güzel anılar oluşturmakta zorlanan bireyler, bu davranışı daha çok gösterebilirler. O halde böyle bir durumda yapılabilecek en güzel şey, hayattan yeniden keyif alabilmek için oluşturulacak etkinlikler, edinilecek hobiler ve tanışılacak yeni insanlar olabilir, değil mi?
Tüm bu bilgiler ve yorumlar üzerinden siz de şöyle kendinizi bir sorgulayın bakalım. Hangi eşyalara neden çok bağlı olduğunuzu, sizin hangi ihtiyacınızı karşıladığını bulun. Sakladığınız eşyaların yığınlar oluşturmadığından ve evinizde, dolaplarınızda büyük bir alan işgal etmediğinden emin olun. Hayatınızı nasıl kolaylaştırabileceğinizi, ve sizi neyin daha mutlu edebileceğini keşfedin. Sonrasında tercih ederseniz eski dostlarınıza elveda diyebilirsiniz. Yakında benim ‘siyah inci’ye diyeceğim gibi.
*Bu yazı hayatımı güzelleştiren ve kolaylaştıran, arada arızalansa dahi beni hiç yolda bırakmayan, ömrüm boyunca aklımda değerli bir yeri olacak ‘siyah inci’ye ithafen yazılmıştır. :)
Kullandığım kaynaklar:
Comments