Bu yazı karantinada geçirdiğim sürenin başlangıcını anlatmaktadır. Zorluk, mücadele, tecrübe, yorgunluk, öfke, dayanışma ve daha nice duyguları içinde barındıran bir zaman diliminin kısa betimlemesidir. Instagram hikayelerinde öz-izolasyon adı altında evlerinde film izleyen, temizlik yapan insanlara imrenerek baktığım bir dönemin hikayesidir. Karantinada bulunmak bir yana, yetişkin hayatına bu kadar alışmışken, bir anda boyları benim yarım kadar olan öğrencilerin yurdunda kalmanın, her sabah uyandığımda kafamı ranzanın üst katına çarpmanın, yatağa eğilerek girmenin, umumi tuvalet kullanmanın, kedimden ayrılmanın, köpük tabldotta yemek yemenin, sabah akşam maske ve eldivenlerimizle yurttan işe, işten yurda servisle götürülmenin ve bu süreçte yaşadığım tüm diğer olayların bende uyandırdığı duyguları ve konuyla ilgili düşüncelerimi paylaşacağım bir yazı olacak sanırım.
Yazımın ikinci paragrafına bir şükürle başlamak istiyorum. Çünkü her ne kadar şikayet edersem edeyim, bir işim var ve zor koşullar altında dahi olsa çalışıyorum. Bu süreçte, sağlık çalışanlarından da öte, işsiz kalanların ne kadar zor bir durumda olduklarını tahmin dahi edemiyorum. Bu nedenle içinde bulunduğum durumda zorlanıyor olsam da mümkün mertebe kabullenici olma gayreti içerisindeyim.
Her birey farklıdır. Karakteristik farklar, kültürel farklar, sosyal ve ekonomik farklar gibi farklılıklarımız bizi diğer tüm insanlardan ayırır ve hayata dair beklentilerimizin de şekillenmesine neden olur. Hayata dair beklentilerimizin farklı olması ise birbirimizi anlamamızı ve empati kurmamızı zorlaştırır. Bu nedenle ben, MEB yurdunda karantinada kalırken şömine ateşindeki karantinadan şikayet eden insanları anlayamayacağım gibi, maddi bir sorunla karşı karşıya kalan insanlar da beni anlayamayacaktır. Diğer yandan gerçek empati kapasitesine sahip insanların sayısının çokluğundan da şüphelendiğimi söylemeliyim. Her ne kadar yaşadıkları zorlukları tahmin edebiliyor olsam da maddi durumu kötü olan, ekmek parası dahi bulmakta zorlanan işsiz kalmış kişileri tam olarak anlayabiliyorum desem yalan olur sanırım. İkinci dünya savaşından sonraki en büyük sorun olarak nitelendirilen böylesine büyük ölçekli bir salgında tabi ki herkesin kendine özgü problemleri olacaktır. Bu problemlerin küçük ya da büyük olduğuna karar vermek hiçbirimizin haddine değil. Siz de benim yazdıklarımı okuduktan sonra, kendi düşünce ve duygularınıza yönelebilirsiniz. Hatta yaşadıklarınızı yazarak kayıt altına alabilir ve duygularınızın dışa vurumunu sağlayabilirsiniz. Başkalarını anlamaya çalışmak ve dayanışma içinde olmakla birlikte, kendimizi anlamak ve kendi ihtiyaçlarımızı keşfetmek, bence sürecin en önemli parçalarını oluşturuyor.
Bugün karantinada kaldığım ikinci gün (yazıya başladığım gün ikinci gündü, ancak yazıyı tamamladığımda karantinanın sekizinci gününü yaşıyorduk). Henüz çok yeni olduğunun farkındayım. Ancak en zor zamanlar ilk zamanlardır. Bu nedenle henüz içinde bulunduğum duruma alışamamışken, aklımdan geçenleri kaleme almak istedim.
Bir lise yurdunda kalıyoruz. Dışarıyla bağlantımız yok. Sabah servis bizi alıyor, işe götürüyor. Akşam işten geri getiriyor. İş yerine karantinada olmayan hiç kimse giremiyor. Bu sayede hükümlü ve tutuklulara virüsün bulaşması engellenmek isteniyor. Dışarıdan bakınca belki gerçekten mantıklı gözüken bir önlem bu. Ancak ne kadar mantıklı gözükürse gözüksün, hiçbir gerçek bizim evlerimizi, ailelerimizi, evcil hayvanlarımızı bırakıp karantinaya girdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Sürecin kolay olacağını hiç kimse söylemedi elbette. Daha karantinaya girmeden önce zor bir sürece dahil olacağımızın farkındaydık. İlk günler de bunun kanıtı gibi oldu. Evimizdeki konforu bulamadığımız ranzalar, umumi tuvaletler, en son lise öğrencileri tarafından kullanılmış ve sonra apar topar boşaltılmış, eksikleri olan bir yurt. Yine de gün geçtikçe ihtiyaçlarımız karşılanıyor. Yurdun donanımıyla ilgili eksiklikler birer birer gideriliyor. Daha yaşanılabilir bir ortam oluşmaya başlıyor. Diğer yandan biz de her geçen an daha fazla adapte oluyoruz. Bir kısmımız spor yapıyor, bir kısmımız okey oynuyor, bir kısmımız ibadet ediyor. Sonuç olarak birçok zor durumda olduğu gibi, gruptaki tüm bireyler birbirlerine yardım ediyor ve yeni bir yaşam alanı oluşturuyor. İmece usulünün şart olduğu bir ortamda, hiyerarşinin ortadan kalkışına ve herkesin işin ucundan tutuşuna şahitlik ediyoruz.
Aslında içinde bulunduğumuz durum bir deney gibi. Kendimizi ilk başlarda bir reality showun içinde gibi hissetmiştik. Organizasyonun başında olan müdürümüz, özveriyle sıfırdan bir düzen kurma gayreti içerisindeydi. Ama bizim gözümüzden bakınca sanki bu işi yıllardır yapıyormuş ve her zamanki yarışma konseptini bize tanıtıyormuş gibi görünüyordu. Yaklaşık 40 kişilik bir grubun içinden çay görevlisi, kantin görevlisi, vardiyalı temizlik görevlileri seçildi. Yemek dağıtımı ve dışarıdan gelen yemeği indirmek için de birileri seçildi. Oluşturmuş olduğumuz küçük düzende işler yavaş yavaş yoluna girmeye başladı.
Sürecin ilerlemesiyle bu iki gün içerisinde benim ruh halim de olumlu yönde gelişti sanırım. Korktuğum, yapamam dediğim şeyleri yapabildiğimi gördüm. Örneğin yurdun alt katına inip duş almak ve yukarı çıkmak gözümde büyüdüğü için iki gün boyunca duş almayı ertelemiştim. Ancak bunu gerçekleştirdiğimde evdeki kadar konforlu bir aktivite olmasa da aslında çok keyifli ve rahatlatıcı olduğunu farkettim. Neresinden baksan toz içinde olan, öğrencilerin kenarlarda bıraktığı eşyalarla dolu sıkışık bir odaya yerleşmek ve buranın temizliğini yapmak da biraz zaman aldı (aslında zaman alan, harekete geçmek için karar alabilmekti). Çok basit gibi görünüyor olsa da bulunduğum yeri kabullenmek, sahiplenmek ve kendime uygun hale getirmek adaptasyonumu ve mutluluğumu arttırdı.
Yurtta kalanlar, çoğunlukla tanımadığım kişilerdi. Bu nedenle ilk bir kaç gün yer değiştirmeyi ve yakın arkadaşlarımın bulunduğu başka bir binada kalmayı planlıyordum. Ancak, bilgisayar başında pineklemekten vazgeçip, aktivitelere katıldığım her an kendimi yurt arkadaşlarıma karşı daha da yakın hissetmeye başladım. Üniversiteden mezun olduğumdan beri yeni arkadaş edinmenin zor olduğunu ve eski arkadaşların çok daha kıymetli olduğunu düşünüyordum. Ancak daha fazla şey paylaşmak için fırsat oluştuğunda, farklı insanları daha yakından tanıma fırsatı bulunduğunda, çok güzel arkadaşlıklar kurulabileceğine inandım.
Karantina sürecimle ilgili yazılabilecek çok şey var tabi ki. Her zaman için en büyük destek kaynağım, eşimin yanımda olması benim en büyük şansım. Duygu’yla bir kaç günde bir günlük niyetine videolar çekiyoruz. Belki ilerleyen bir zamanda bu videoları da kırpar kırpar sizlerle paylaşırız. Genel bir değerlendirme yapmam gerekirse, şu an durumumdan memnunum. Dayanışmanın, dostluğun, özverinin fazla olduğu huzurlu bir ortamda karantina altındayız. İhtiyaçlarımız giderildi. Ev konforundan uzak olsak da sosyal açıdan zengin bir ortamda, son derece gerçek ama bir o kadar ilginç bir oyun oynuyoruz. En büyük temennimiz, acısıyla tatlısıyla bu oyunun bir an önce bitmesi, normal yaşamlarımıza dönmek ve sevdiklerimize kavuşmak. Ancak o zamana dek, oyunu kuralına göre oynuyoruz ve bol bol eğlenmeye, vaktimizi değerlendirmeye ve içinde bulunduğumuz duruma alışmaya çalışıyoruz.
En yakın zamanda, dışarılarda bir yerlerde görüşmek dileğiyle!
Comments