Ülkemizde ne yazık ki son zamanlarda çok fazla acı haber alıyoruz. Her hafta onlarca kadın cinayeti gerçekleşiyor ve bu cinayetlerden bir kısmı medya ve sosyal medyada geniş yer buluyor. Bu üzücü olayların son zamanlarda bu kadar gündemde kalıyor olması da aslında ortaya çıkan cinayetlerin sayısındaki artıştan kaynaklanmıyor. Sadece toplum olarak kadın hakları konusunda biraz daha bilinçleniyor ve tepkimizi hep birlikte göstermek istiyoruz. Ancak ne yazık ki, kadın cinayetleri ve kadın cinayetlerinden de öte, şiddet, bu toprakların çok uzun yıllardır içinde bulunduğu bir hastalık gibi. Üzülerek söylemek gerekir ki iyileştiğimize dair herhangi bir belirti de göremiyoruz.
Bu yazıyı hem şiddet gösteren mahkumlarla, hem de mağdur olan kadınlarla çalışma geçmişi bulunan psikologlar olarak yazmak istedik. Toplumun kanayan bir yarasına biraz da psikoloji alanının içinden bakmayı ve üzerimize birey olarak düşen görevleri tartışmayı amaçladık. Tüm bunları tartışmadan önce Ceren, Şule ve adını bilmediğimiz yüzlerce mağduru anıyoruz. ‘Keşke’ diyoruz, bir şey ifade etmeyeceğini bilerek. Ve ‘son olsun’ diyoruz, son olmayacağının farkında olsak da…
Öncelikle, tüm bu cinayetlerin sorumlusu olan katillerin, ne tür kişilik özelliklerine sahip olduklarını ve ne tür psikopatolojiler taşıdıklarını anlamanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Halk arasında psikopat ya da sosyopat diye adlandırdığımız bu tip insanların çoğu kişilik bozukluğu* tanısı alır. Kişilik bozukluğu tanısı almış bireyler, bunun bir psikiyatrik engellilik olarak kabul edilmesinden dolayı devletten engelli maaşı dahi alır. Bu bireylerin tedavi edilebilmesi pek de gerçekçi olmayan bir durumdur. Bu kişilere genellikle belli başlı beceriler kazandırılabilir. Ancak tam olarak normale döndüklerini görmek çok zordur. Bu kişilik özelliklerine sahip bireyler empatiden yoksundur. Düzenli bir hayata sahip olamazlar, düzenli bir işte çalışamazlar. Dürtüsellerdir, kendilerini kontrol etmekte zorlanırlar (hatta kendilerini kontrol etme ihtiyaçları olduğunu düşünmezler). Harekete geçmek ya da geçmemek konusunda karar alırken, herhangi bir davranışın kendilerine zarar verip vermeyeceği üzerinde dururlar. Karşı tarafın ne hissedeceğini anlamak, onların yerine kendilerini koymak bu kişilerin sahip olabileceği bir yeti değildir. Ceren’i aramızdan alan katil, Ceren için üzülemez, onun kaybolan geleceğini algılayamaz, ailesinin acısını kavrayamaz. Bunu gerçekten yapamaz çünkü o yetiye sahip değildir. Bu tip kişilerle çalışıyor olmak çoğu zaman bizi de gerçekten çok yoruyor ve olaylara bu kadar farklı açılardan baktığımızı görmek, onlarla aynı türden geliyor olup olmadığımızı sorgulatıyor. Gerçek şu ki, bu tip insanlar çoğumuzun normal olarak düşünebildiği şeyleri düşünemeyen, algılayamayan, sosyal normlardan kopuk, kendisine zarar gelmeyeceğine ikna olduktan sonra her türlü sapkınlığı yapabilecek kişiliğe sahiplerdir.
Bu anlattığımız insan tipi aslında sizlere de o kadar yabancı değil. Haberlerde sıklıkla şahit oluyorsunuz. Peki bir insan bu kişilik özelliklerine nasıl sahip olur? Tartışılması gereken kilit sorunun bu olduğunu düşünüyoruz. Şöyle bir bakıyoruz da tüm bu üzücü olaylardan sonra en çok konuşulan iki şey ‘kadın hakları üzerine bilinç’ ve ‘infaz sistemindeki değişiklikler’. Ancak yaşanan bu olaylarda daha büyük etkisi olduğuna inandığımız başka bir husus var; toplumsal normlara yabancı, ahlaki değerleri farklı, şiddet eğilimli, bencil, empati becerisinden yoksun insanların yetiştirildiği şartlar! Ebeveynlik bilincinin ve becerilerinin zayıf olduğu çok sayıda anne-babanın varlığı ne yazık ki daha büyük problemlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Gözlemlediğimiz kadarıyla bu kişilerin birçoğunda karşılaştığımız bazı ortak yetiştirilme koşullarından bahsedelim;
1) Şiddet görerek terbiye edilmek
2) Sevgiden yoksun büyümek ya da şartlı sevgi görmek
3) Anne ve baba arasında çocuk yetiştirme konusunda çatışmalar olması (mesela herhangi bir olaya babanın şiddetli tepki vermesi, annenin kucaklayıcı yaklaşması)
4) Küçük yaştan itibaren sorumluluk alamamak (anne-baba tarafından tüm ihtiyaçların karşılanması)
5) Anne ve baba arası şiddetli geçimsizliğin çocuğa yansıtılması, çocuğa yansıtılan boşanmalar
6) İhtiyaçların karşılanmaması (maddi ve manevi)
7) Aile tarafından terk edilmek, kimsesiz büyümek, ebeveynlerden birinin kaybı ve çocuğun duygusal ihtiyacının anlaşılamaması
8) Cinsel ve fiziksel istismara uğramak ve aile ve akrabalarından bilinçli bir destek görememek
9) Suç oranı yüksek mahallelerde yetişmek ve bu mahalleler dışında arkadaşa sahip olmamak
Gözümüzden kaçan ya da yazıyı yazdığımız sırada aklımıza gelmeyen bazı maddeler illaki vardır. Bu maddelerden bir kısmını yaşamış olan çocuk ve ergenlerin bozuk bir kişilik yapısına sahip olacağını da kastetmiyoruz. Ancak kişilik bozukluğu yaşayan bireylerin önemli bir kısmı çocukluğunda bu maddelerin en azından 2-3 tanesini deneyimlemiştir diyebiliriz. Bu maddeleri yazmış olma amacımız, gelecek nesillerin kendilerini güvende hissedebileceği, kaygıyla arkalarına bakmadan yürüyebileceği kaldırımlar inşa etmek için neler yapabileceğimizi tartışmak. Bu konuda resmi makamların ve toplumun tüm bireylerinin sorumluluk alması gerektiğini biliyoruz. Yazımızın son bölümünü birey olarak hangi noktalara odaklanabileceğimize dair küçük bir tartışmaya ayırdık.
Toplum içinde meydana gelen şiddet olaylarını öfke ve üzüntüyle karşılıyoruz. Bu tepkilerimiz çok insancıl. Vefat edeni anmak, protestolara katılmak ve şiddeti lanetlemek dışında elimizden bir şey gelmediğini hissediyoruz. Belki ne yaparsak yapalım bir anda tüm bu şiddet olayları bitmiş olmayacak. Ancak 20 sene sonraki Türkiye’nin kaderi bizim elimizde. Bu nedenle her bireyin üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmesi gerekiyor. Anne baba adayları ya da anne babalar belirli bir zaman içerisinde çocuk yetiştirmekle sorumlu olur. Birçok ebeveyn çocuğuyla elinden geldiğince ilgilenmek ve onun ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak ister. Ancak bunun yanı sıra bizim yetiştirmediğimiz çocuklardan da belirli bir oranda sorumluyuz. Diğer çocukları da hata yaptıklarında anlayışla karşılamalı ve onlara doğru bir şekilde yol göstermeliyiz. Onları ötekileştirmemeli ve hepsine aynı değeri verebilmeliyiz. Dünya’nın güzel yanlarını hiç görememiş çocuklara aslında büyüdüklerinde iyi bir insan olabilecekleri hissini aşılamak için sevgi tohumlarını ellerine vermeliyiz. Bizler toplum olarak, bu ülkenin çocuklarına sahip çıkmazsak, norm dışı davranışları sıklıkla gerçekleştiren çocukları özellikle ergenlik döneminden sonra geri dönülmesi çok zor ve çamurlu bir yolun içine sokmuş oluruz. Bu yüzden bu bilinci birbirimize aktarmalı ve daha huzurlu bir gelecek için hep birlikte çaba sarf etmeliyiz.
Umarız bizi toplum olarak derinden üzen ve isyan ettiren bu vahim olayların yaşanmadığı günlere ulaşabiliriz.
Yazımızı Cerenin annesi Gülfer Hanım’ın çok değerli bulduğumuz sözleri ile sonlandırmak istiyoruz; ”Benim tek bir isteğim var, benim ciğerim yandı, hiçbir annenin ciğeri yanmasın. Eğitim sistemi düzelsin, sevgi tohumları eksinler. İnsanlara nefretle bakılmasın. Bizim başka yerimiz yok, bu Türkiye’de yaşayacağız. Hep birbirimize sevgi ve saygı ile bakalım. Belki saygı tohumları olsaydı bunlar yaşanmazdı.”
*Burada kastedilen kişilik bozuklukları, B kümesi kişilik bozukluklarıdır (Antisosyal, narsisistik vb.).
Comments